Sıcak havaların azalıp Çanakkale’mizde ESİNTİLERİN başladığı zaman güzelliği içinde MERHABA !..

Bu hafta da iki güzel ve özel alıntılarla beraberiz. Bunlardan biri Servet-i Funûn Edebiyatımızın önemli kişisi olan Ahmet Rasim’e ait bir ANI alıntısı, diğeri de duygusal bir alıntı DEDELER-in dışarda PARKTA veya CAMİ bahçesindeki durumları iyi gözemlenmiş

Paylaşım yapan arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum…

AHMET RASİM ve ATA !


“Halden Anlamak
Ahmet Rasim meslek yaşamının elli ikinci yılında işsiz kalmış, Ankara’ya iş aramaya gitmişti.
Üstat altmış üç yaşındaydı ve o güne dek yüz kitaba imza atmıştı...

Ankara’ya gittiğinde, yolda o dönemin ünlü gazetecilerinden İsmail Müştak ile karşılaştılar...
Ahmet Rasim’i Ankara’da görmek, İsmail Müştak’ı şaşırtmıştı...
“Hayrola üstat?” dedi.
“Sizin Ankara’da ne işiniz var?”
Ahmet Rasim “işsiz kaldım” demedi de...

“Fırıncılar ekmeği yuvarlak yapıyor,
ekmek elimden kaydı, Ankara’ya kadar yuvarlandı.
Ben de ekmeğin peşinden geldim!” dedi...
Bu anlatım, İsmail Müştak'ın çok hoşuna gitmişti...
Ahmet Rasim’den ayrılırken hâlâ gülüyordu...

O kadar ki, akşam Atatürk’ün sofrasında da Ahmet Rasim’in sözlerini yineleyerek orada bulunan arkadaşlarını neşelendirmek istedi...
Ne var ki Atatürk’ün hoşuna gitmemişti işittikleri...

İsmail Müştak’a çıkışır gibi sordu:
“Peki, Ahmet Rasim Bey’in iş meselesiyle alakadar oldunuz mu?”
İsmail Müştak mahcup halde,
“Hayır, Paşam!” dedi...

Atatürk:
“Peki ya, üstadın nerede kaldığını öğrendiniz mi?”
Bu soruya da olumsuz yanıt verilince, Atatürk’ün canı sıkılmıştı:

“Türk irfanına yarım asırdan fazla bir zamandan beri hizmet etmiş yaşlı ve muhterem bir zat işsiz kalıp Ankara’ya kadar geliyor, siz ona yardımcı olmuyorsunuz ve hatta nerede kaldığını dahi sorup öğrenmiyorsunuz...” diyerek sinirli şekilde eleştirdi...

Sonra hemen bir araç çıkartarak, Ankara otellerinde Ahmet Rasim’i arattı...
Dönemin Ankara’sında çok sayıda otel yoktu zaten Üstadı bulmak zor olmamıştı...
Hemen araca bindirip Atatürk’ün yanına götürdüler
Atatürk, Ahmet Rasim’i kapıda karşıladı...

Sofraya buyur etti, yanına oturttu kendi eliyle ona ikramlarda bulundu hatırını sordu...
Atatürk, özellikle Balkan Savaşı yıllarında Ahmet Rasim’in cepheleri dolaşarak yazdığı röportajları ilgiyle izlerdi...

Ondan sonraki dönemlerde de, üstadın yazılarını hayranlıkla okurdu...
Bu değerli kalem sahibinin işsiz kalması Paşa’ya dokunmuştu...

Bir ara kulağına doğru eğilerek:
“Üstadım, münhal bir mebusluğumuz var...
Kabul buyurur musunuz?”
diye sordu.

Ahmet Rasim o kadar etkilenmişti ki, bu incelikli iş önerisi karşısında dayanamadı, kalktı, Atatürk’ün elini öpmek istedi ve şöyle dedi:
“Ekmek, gerçekten Aslan’ın ağzında imiş!”


Atatürk tabii ki üstada elini öptürmedi; bir emeklilik ikramiyesi gibi, 1927’den 1932 yılında ölümüne kadar İstanbul milletvekili olma şansını verdi.

Analitik düşünmek böyle bir şeydir...
Önce nedenini düşünür...
Sonra niçin sorusunu sorar kendi kendine...
Sorun çözme odaklıdır ve çözüm üretir.

İsmail Müştak, Ahmet Rasim'in anlattıklarını bir espri olarak anlamış! ve anlatmış...
Mustafa Kemal ise o keskin zekası ve analitik düşüncesiyle Ahmet Rasim'in işsiz olduğunu anlayarak çözüm üretmiştir...

Yüzyılın lideri olmak kolay değildir...
Kimi lider tahtadan tüfektir işlevsizdir
sorun olur ülkenin başına...

Kimi lider atomdan çekirdektir, devindikçe dünyaya hükmeder aranır daima her ülkede..”.
https://www.yaylahaber.com.tr/ahmet-rasimin-ataturkle-ilgili-unutulmaz-anisi#google_vignette Alıntı

NEDEN DEDELER HAVA SOĞUK DA
OLSA
PARKLARDA OTURUR BİLİYOR MUSUNUZ?

“Bir çoğunun eşi ölmüştür.

Tek başına yemeğini yapacak, çayını demleyecek durumda değildir.
Gelininin yada damadının yanına sığınmıştır.
Bedeni ve ruhu artık gerilemeye başlamıştır.
Uzuvları görevini yapamaz hale gelmiştir.
Dermansız, çaresiz, mahsundur.
Yürekleri yumuşamış,
gözyaşı gözünün kenarında hazır bekler,
gurbetten geleni görse o yaşı akıtır hemen!
Yemeğini üzerine döker,
takma dişi ağzından çıkar, dişi gıcırdar,
Damadın, gelinin, oğlunun, kızının, torunların küçük bir sözü gücüne gider.
Üzülür, gözleri dolar, yutkunur!
İçine atar acısını, çaresizliğini!
Sessizce, ezilerek sofradan çekilir, usulca.
Baba niye kalktın, doymadın ki der, kızı, oğlu!
Doydum yavrum doydum, siz devam edin der.
Der demesini de yüreği hüzünle dolmuştur dedenin!
Allah'ım beni niye görmüyon,
benim de canımı al!
der.
"Canının alınmasını Allah'tan istemek, yalvarmak" duaların en son noktası değil midir?
Ve o dede yine usulca kendini kapıdan dışarı atmanın hesabını yapar, inceden inceye,
iç çeke çeke!
Ne desin!
Yavrum ezan vakti geliyor,
ben yavaş yavaş dışarı çıkayım der, ve çıkar.
O dışarı çıkış yanan yüreğine soğuk su gibi gelir.
Ya Alipaşa Cami avlusuna ya da yeraltı çarşısı üzerine ya da Taşhan üstü parka gider, oturur.
Tanımasa da selam verip oturur diğer yaşlının yanına.
Gündüzleri camidir, onların sığınacağı ısınacağı yer.
Yüreğine ferahlık bulacağı yer.

Emeklilik maaşı olan bir nebze iyidir ötekilerden.
Gelininin, damadının ihtiyacı da varsa,
maaş hatırına ilgilenirler yine.
Ya yoksa?
Yeryüzünün en sevimsizi, en istenmeyeni siz olursunuz.

Gençler!
Varacağımız yer İhtiyarlık Durağı.

Aman ha, parkta oturan yaşlıya,
otobüsteki yaşlıya siz siz olun yer verin!
Eleştirmeyin!
O yaşlara gelecek bizlerde sınanacağız!
Hep beraber imtihan halindeyiz,
son nefese kadar!
Tanıdığınız yaşlı varsa bir selam verin,
sohbet edin, durumuna göre bir çay,
bir çorba ikram edin...
Saygı, sevgiyle ve kırmadan......

https://kanal60.com/haber/neden-dedeler-hava-soguk-olsa-bile-parklarda-oturur-bilir-misiniz-2807.html

ANILAR ;  hüzün verse de verdiği DERS okuldaki derslerden daha etkilidir,  Çanakkale’den SEVGİLER

01.09.2024  Dr. Hayrettin Parlakyıldız  Akademisyen, Araştırmacı-Yazar