Bizim toplumumuzda fakirlik sanki kaderimizmiş gibi ZENGİN olanlara laf atma hastalığı vardır.

Bu da toplumda bilgi kirliliği yaratmanın yanında özel KISKANÇLIK durumunu yansıtır.

Evlerde kadınlar arası dedi-kodu içinde, kahvede İŞSİZ-AŞSIZ erkekler arasında DEFİNE bulma, DEFOLUP gitme ruh kirliliğiyle alınteri-göznuru olmadan para kazanma, kapkaççı çetelere yol açma ZENGİN olma, tarzı yaygınlaşıp MEŞRULAŞTIRILARAK olağan hale getirilmiştir…

Altın arama-bulma hayali  DEDEKTÖR ticaretini yaygınlaştırmış, kişiler yapılan HELÂLMİŞ gibi de  Allah’ın huzurunda CAMİDE buluşarak, kendini AKLAR-PAKLAR hale gelmiştir.

Böylece defineci, DEF edildiği yerde GÜÇ kazanmış, gittiği yerde kaybolmuş kimliğini bulduğunu zannederek, ADAM olma, rağbet görme içinde şımarıklığa başlamış veya  bunu fırsat bilen, GÜCE tapmayı karakter haline getiren BİZLER, PARASAL gücü karasal hale getirince, DEFİNE avcıları girişimci olamamışlar, buldukları DEFİNEYİ bankalara yatırıp GEVİŞ getirmeye başlamışlardır…

Define arayıcıları-avcıları ÇANAKKALE’YE geldiğimiz 1980’li yıllarda çok mu çok yaygındı. Hangi bölgede hangi tarlada bir TÜMSEK veya bir YATIR bulsalar, hemen oraya giderler, gece kazılarına başlarlar, kazarlar kazarlar toprakları yığarlar, bulamazlarsa SÖVERLER, bulurlarsa kendileriyle ÖVÜNÜRLERDİ…

O bölgede hangi ETNİK grup yaşamışsa onların göç hikâyelerini dinlerler, kendi uydurdukları hikâyelere kendilerini ve etrafını inandırarak, hayal dünyasında MİRASYEDİ olmaya çalışırlardı…

Yorgun-argın geldikleri evde o sesi çıkmayan, hanımlığını-kadınlığını hizmet aşkı ve dini inançlarıyla DEFİNECİ erkeklerine saygı göstererek, BİRGÜN zengin olma hayaliyle olmadık sofralarında AÇLIKLARINI giderme telaşı içinde o yalan DEFİNECİLERİNE saygıda kusur etmeyen kadınlarımıza MERHABA demek güzelliğini de buradan anımsatmak gerek...

Bu definecilerin  mutfakları BOŞ, kendileri BİHOŞ adamların sofralarında salçalı ekmek zeytinyağına KOŞ, veresiye borçlarını ödemede  NÂHOŞ, bu adamların çocukları olmak ne kadar ZOR bir işti ?!?..

Avcıların ATICILIĞI, definecilerin BULUCULUĞU hiç bitmez, günler içinde ZENGİN olma, olunca BORÇLARINI ödeme hayali evdekilere-esnafa KILIF olmaktan kurtulamazdı…

Zenginler ALTINI bulduğundan değil, altın bulmanın yolunun, ALTIN tarzı öğütler ve bilgilenmelerden geçtiğini bilip uygulamadan geçer…

İŞ adamlarının ZENGİNLİĞİ, fakirlerin tembelliğinden - onlara hep SABIR yükleyip - kendilerine İŞ yükleyerek; arz-talep dengesini takip etmelerinden ve zamlarla yoldaş, parayla arkadaş, zengin HASIMLARLA HISIM; yoksullara aşçılık-işçilik, hamallık verdiklerinden; mal-mülk sayesinde kendilerini ZADE, işçileri ZEDE ilân edip, “kendilerini güçlü, diğerlerini SUÇLU” olarak değerlendirmelerinden olsa gerektir..

Fakirlerin tembelliği HIRSIN azlığı, HIZIR beklemenin kolaylığını silmekten geçer !?

Bilmezler ki, HIZIR, hazır olana gelir, HAZIR olan huzura aday olup etrafına da huzur vererek, zenginliğe aday olan demektir…

Fakiri DİLENDİRMEK yerine, köylerdeki gibi DOLANADIRMAK, şehirlerimizde ne zaman âdet haine gelirse, FAKİR birden ZENGİN olmayı kafasından çıkarır, bunun bir SÜREÇ olduğunu kabullenirse, ONUN da ZENGİN adıyla anılacağı günler yakın demektir…

ZEKÂTLAR ve SADAKALAR önemli ama karşı tarafı zenginleştirmez, TEMBELLEŞTİRİR…

HIZIR, hazır yiyicileri sevmez; hem kendisine hem etrafına HUZUR verenlere MERHABA der…

Ankara’dan SEVGİLER…

 

                                                        20.10.2024

                                               Dr. Hayrettin Parlakyıldız

                                              Akademisyen, Araştımacı-Köşeyazarı