Dünya Sağlık Örgütü Raporu’na göre insanla köpek arasındaki bağ Avrasya’da yaklaşık 12-14 bin yıl önce başlamıştır.
Tarih boyunca kurduğu bu ilişkide insanların hayvanlara yönelik algısı da yaşadığı döneme, topluma, inanca, kültür ve eğitime göre biçimlenmiştir. Hayvanlarla ilgili sistematik ve kapsamlı felsefi ilk sorgulamalar Aristoteles’in eserlerinde görülmüş ve hayvanlara ilişkin düşünce kalıplarının etkisi ise Aydınlanma Çağı’nın sonuna kadar devam etmiştir. Aristoteles, insanı canlılar hiyerarşisinin en tepesine yerleştirerek insan merkezci düşüncenin en güçlü tohumlarından birisini ekmiştir . Dünya Sağlık Örgütü istatistiklerine göre dünya genelinde 200 milyondan fazla sokak köpeği yaşamaktadır. İnsan sağlığını tehdit etmeleri, bulaşıcı hastalık taşıma riskleri, çoğalmaları, sürü halinde başıboş dolaşmaları, trafik kazalarına, çevre ve gürültü kirliliğine neden olmaları, kendilerine karşı korku ve önyargının hâkimiyeti sokak köpeklerinin çözüm bulunması gereken bir sorun olarak algılanmasının temel nedenleri arasında yer almaktadır.
Sokak köpeklerine ilişkin bu algı ise toplumun onlara karşı tutum ve davranış biçimini belirlemekte olup idari birimlerin gerekli önlemleri alması, bu konuya yeterli ilgiyi ve sorumluluğu göstermesi bu algıyı yaratan sorunları azaltacak hatta ortadan kaldırabilecektir.
Ekosistemin bir parçası olarak hayvanların da insanlardan hiç de farklı olmayan duygulara sahip değerli varlıklar olduğu kabul etmeliyiz. İnsan merkezci yaklaşımı savunsak bile insanların diğer türlerden daha üstün, daha kudretli varlıklar olduğumuz için bize muhtaç oldukları düşüncesiyle diğer türlere karşı sorumlu davranmalı ve onları korumalıyız. Bu konuda her vatandaşa olduğu gibi idarecilere ve devlete önemli yükümlülüklerin düştüğü bilinmelidir. Hayvan özgürlüğü, refahı ve haklarına ilişkin bilinç ve farkındalığın arttırılması, insancıl, etik ilke ve değerlerin idari ve yasal düzenlemelerle kalıcı hale getirilerek güvence altına alınması ve en önemlisi de bu düzenlemelerin inanç ve isteklilikle içselleştirilerek uygulamaya geçirilmesi gerekmektedir.
Diğer yandan Belediyeler ve diğer ilgili kurumlar arasındaki yetki karmaşası, eşgüdüm ve iletişim sorunu; yasal cezai yaptırımların eksikliği, kurumsal kapasitenin, hayvan bakımevi ve sağlık merkezlerin tıbbi, fiziki ve teknik özelliklerinin, uzman personelin ve eğitim çalışmalarının yetersizliği; sorunlara kalıcı ve sürdürülebilir çözümler üretilememesi, hizmet için yeterli kaynak ve bütçenin ayrılmaması sokak hayvanları konusunda araştırma çerçevesinde tespit edilen sorunları oluşturmaktadır.
Son dönemde sokak hayvanlarının sayısındaki artış ve bazıları ölümle sonuçlanan talihsiz saldırılar gündemden düşmemesi, sokakta yaşayan köpeklerin toplanması gibi konuları da gündeme taşırken, soruna çözüm olarak sunulan yasa tasarısı başta hayvan hakları savunucuları olmak üzere toplumun çoğu kesiminden tepki gördü. Bir kesim hayvan hakları savunucularına mama lobisi diyerek suçlarken, hayvan hakları savunucularıda gerçek lobinin petshop’lar ve ticaret yapanlar olduğunu savunuyorlar.
Aslında en önemli sorun hayvanların hızlı üremesi, özellikle kırsal kesimlerde sokakta yaşayan hayvanların sayısı kısırlaştırma yapılmadığı için önlenemiyor. Belediyelerin de bu işi önemsemesi bu ucube kanunun çıkmasına zemin hazırladı.
30 Temmuz'da TBMM Genel Kurulu'ndaki oylamada kabul edilerek Meclis'ten geçen ve yasalaşan 17 maddelik "160 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi", Resmi Gazete'de yayımlandı. Böylece kanun 2 Ağustos'tan itibaren yürürlüğe girmiş oldu. ( https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2024/08/20240802-5.htm )