Ülkemizde Halk kültürü değerleri ile uyumlu, katılımcı bir gençlik yaratmanın aracı olarak, halk oyunlarının değerlendirilmesine devam edilmelidir.

Çünkü bu ülkenin geleceğini planlayanlar arasında gerçekleşecek verimli bir kültürel alış veriş, işbirliğinin önemli bir unsuru olabilir. Şu dönemde buna ihtiyaç vardır. Çünkü halk kültürü çalışmalarının başarısı, gençlerimizin bütünleşmesini sağlayacağı, çatışmaları önleyeceği ve geleceğin Türkiye’sinde, gençlerinde hizmet temellerinin atılmasında fırsat sağlayacak bir güven oluşturacaktır.

Bunun için; şunun söylenmesi gerekmektedir. “Halk Oyunlarının tüm gençliğe öğretilmesi stratejik bir zorunluluktur.” Çünkü; Bilgi çağı olarak değerlendirilen bu çağda bile, farklı düşünenlerin birbiri hakkında ne kadar az şey bildikleri, aralarında sahici bir iletişimin, sahici bir diyalogun nadiren kurulduğunu görmek, insanın büyük üzüntü duymasına neden oluyor. Bugün artık tarihi bir yol ayrımına gelmiş bulunuyoruz. Ya gençler birbiriyle sağlam iletişim köprüleri kurmaya çalışacak, yada sonu gelmeyen bir çatışma uçurumuna tepe taklak yuvarlanacaklardır. Bu durum ise milletimizi derinden etkileyecek ve acı sonuçlara maruz kalacaklardır. Halk Kültürü öğesi olan halk oyunlarının yaygın bir biçimde öğretilmesi isteği, son dönemlerde ortaya atılmış yeni bir çağrı değildir. Bugün konu öyle bir noktaya gelindi ki, bu çağrıya kulak verilmesi gerekiyor. Konuya duyarlı olan herkes böyle bir göreve, en büyük önceliği tanımak zorundadır. Bu yalnızca halk kültürüne katkıda bulunacak bir yaklaşım değil, stratejik bir zorunluluk olarak görülmeli ve kültürel faaliyetler gündeminin en başında yer almalıdır. Halk Kültürü çalışmaları resmi ve akademik tartışmalarla sınırlı kalmamalı, Tüm kişi ve kuruluşlar düzeyinde de yürütülmeli, çoğulculuğa ve farklı olana saygı duyulmalıdır. Değişik düşünmek bir günah değil, tam tersine büyük bir zenginliktir. Tüm kuruluşlar ile kişiler, gençlerin biçimlenmesine bulundukları katkılardan ve verdikleri hizmetlerden gurur duymalıdır. Kişiler kendi aralarında olması gereken diyalogda, ayna perspektifinden ziyade, bir pencere perspektifinin kabul edilmesi gerekmektedir. Çünkü aynaların çoğu zaman çarpıtmalarına, hatta karşısında durup ona bakanın çarpıklığını onaylamaktan başka bir anlatımda bulunmamalarına karşılık, pencereler önümüze yepyeni dünyalar açacaktır. Yalnız kalma duygusunun hakim olduğu bu dünya da, “umursamazlığı”,”neme lazımcılığı”,”bana değmeyen yılan bin yıl yaşasın” felsefelerinin ortada cirit attığı bu ortamın, bir an evvel sona ermesi gerekmektedir.