Yerli kumaştan elbise giyilmesi kanunu çıktı.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu ilk yıllarda mecliste yapılan tartışmalarda, yerli üreticinin korunması ve güçlendirilmesi için alınması gereken önlemler uzun uzun tartışılmış ve alınan kararlar çeşitli kanunlarla desteklenmişti. Gerçekten de ülkede üretim yok denilecek kadar azalmış, iğneden ipliğe kadar hemen her şey ithal edilir olmuştu.
Bunun en önemli sebebi, 1913'te bir hükümet darbesiyle iktidara gelen ve bir tek parti diktatörlüğü kurarak Sünni/Müslüman/Türk esasına dayanan bir ulus-devlet kurmak isteyen İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin, bu esasın dışında kalan Hıristiyan toplumların sahip olduğu sermayeye "milli burjuvazi" yaratmak adına el koymasıydı.
İttihat ve Terakki Cemiyeti bu amaçla Anadolu'nun binlerce yıllık Ermeni ve Rum halklarını neredeyse son fertlerine kadar katletmiş, sağ kalanlarını göçe zorlamış, bu arada üretime de büyük bir darbe vurarak, ülkenin derin bir ekonomik ve sosyal krizin içine sürüklenmesine neden olmuştu. Öyle ki, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Kuvvayı Milliye olarak yeniden örgütlenen İttihat ve Terakki Cemiyeti Ege Rumlarını katlederken, Müslüman köylerinden Kuvayı Milliye birliklerine, en azından elinden iş gelen Hıristiyanların sağ bırakılması, arabaları tamir edecek kimsenin kalmadığına dair dilekçeler yağıyordu.
Cumhuriyetin kurulmasından hemen önce toplanan İzmir İktisat Kongresi'nde de bu durum değerlendirilmiş, bir yandan yabancı sermayeye güven vermeye çalışılırken, esas olarak Müslümanlara aktarılan sermayenin ne şekilde üretime kanalize edilebileceği üzerinde durulmuştu. Bu kongrede hammaddesi yurt içinde yetişen veya yetiştirilebilen sanayi dalları kurulması, el işçiliğinden ve küçük imalattan süratle fabrikaya veya büyük işletmeye geçilmesi, özel sektörler tarafından kurulamayan teşebbüslerin devletçe ele alınması, özel teşebbüslere kredi sağlayacak bir devlet bankası kurulması, dış rekabete dayanabilmesi için sanayinin toplu ve bütün olarak kurulması gerekliliği gibi kararlar alınmıştı.
Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte bu kararlar doğrultusunda kabul edilen kanunlardan biri, 09. 12. 1925 tarihinde kabul edilen 688 sayılı "Yerli kumaştan elbise giyilmesine dair kanun"du. Kanun metni şöyleydi: "Muvazenei Umumiye ve hususiye ve belediyelerden bedeli tesviye elbise ve ayakkabı, kumaş, serpuş ve yatak levazımı ile memurin ve müstahdeminine yeknesak elbise ve kundura giydiren bilcümle müessese ve şirketlerin iştira edeceği veya ettireceği bu nevi levazım, yerli mamulâtından tedarik edilir." Günümüz Türkçesiyle: "Parası genel ve özel bütçelerden ve belediyelerden ödenen elbise, ayakkabı, kumaş, başlık ve yatak malzemesi ile memurlarına ve hademelerine tek tip elbise ve ayakkabı giydiren bütün kuruluş ve şirketlerin satın alacağı ya da alacağı bu tür malzemen yerlisi alınır."
Kanunun görüşülmesi esnasında Aksaray milletvekili Besim Atalay şöyle diyordu: "Arkadaşlar, memleketimiz sürekli saldırılara maruz kalmış ve Türk milleti asırlardan beri yorulmuş ve ezilmiş olmasına rağmen düşmanı başından atmayı başarmıştır. Ancak düşman bizi silahla, savaşla yenemeyeceğini anlayınca ekonomik olarak mahkûm etmek için ellerinden gelen her şeyi yapmaya başlamıştır. Eğer biz buna karşı çıkmazsak siyasi istikrarımızın ve bağımsızlığımızın hiçbir anlamı kalmayacaktır. Ekonomik bağımsızlığımız olmadıktan sonra siyasi bağımsızlığımızın hiç bir anlamı yoktur. Bugün bu memlekete turşu bile Avrupa'dan geliyor. Yiyeceğimiz, içeceğimiz, giyeceğimiz her şeyi Avrupa’dan gelirse ve hatta bakkal dükkânlarında şişeler içindeki turşuya bile böyle paralar verecek olursak halimiz ne olacaktır? Bir Türk günde 60 para yabancı mala verecek olursa, bir yılda edecek parayı siz düşünün. Düşmüşüz Avrupa malının peşine. Size Maraş örneğini veriyorum. Vakti zamanında 500 ipek tezgâhı varken şimdi 5 dükkân kalmıştır."
Maraş'ta vaktiyle 500 ipek tezgâhının bulunduğunu, ancak şimdi 5 dükkân kaldığını belirten Besim Atalay, şüphesiz bunun nedenini dile getirmiyordu. Bu tezgâhlar hammadde sıkıntısından, satışların düşüklüğünden, işsizlikten kapanmamıştı. Aksine, bu tezgâhları işleten ve üretimi fiilen elinde bulundura Ermeni toplumu son ferdine kadar katledilmiş olduğu için üretim namına hiçbir şey kalmamış, bir vakitlerin mâmur şehir ve kasabaları, yokluğun ve sefaletin içine düşmüştü. Bu sadece Maraş için değil, örneğin çok sayıda kadın Ermeni işçi çalıştıran Ayaş ipek atölyeleri için de geçerliydi.
Sonuç olarak, sonradan Kemalizm adını alacak İttihat ve Terakki zihniyeti, Sünni/Türk/Müslüman bir ulus-devlet kurmak adına soykırımlarla Anadolu'nun kadim halklarını ortadan kaldırmış, ekonomiyi ve sosyal yaşamı çökertmiş, yeni devletini de soykırımlardan devraldığı kanlı sermaye ile kurmaya çalıştığından, bu tarihsel suçtan kaynaklanan sorunların bugün bile aşılamamasına neden olarak, Türkiye halklarına bir felaket miras bırakmıştı.