Dün çarşıdan eve dönerken arkamdan bir ses işittim: “Ne yapsın, yazık! O da vicdan yapmış.”
Dün çarşıdan eve dönerken arkamdan bir ses işittim: “Ne yapsın, yazık! O da vicdan yapmış.” Devamını duyamadım çünkü telefonda biriyle konuşan kadın, konuşmayı sürdürerek yanımdan geçip gitti. Belli ki birisinin durumuna ya da yaptığına üzülmüş. İnsanız tabii ama son yıllarda böyle yeni moda sözlerin dilimize giderek kanserli hücre gibi girdiğini hatta bir süre sonra yerleşip orada kaldığını fark ediyoruz. Gençliğimdeki çiğliğime rastlamadı Allahtan. Diyeceksiniz ki “Ne yapar, ne söylerdin?” Ne bileyim, “Lezzetli olmuş mu bari?” derdim. “Eh, ne de olsa kalple ilgili. Kalp eti de yeniyor.” Espriyi şakaya bağlardım kısacası.Biliyorsunuz vicdan
Sanırım trafik polislerinin diline pelesenk olan “bekleme yapmak” gibi kullanımlarla baş edememek giderek çığ gibi büyüdü. Neredeyse olur olmaz birçok yerde sözcüklerden sonra “yapmak” sözcüğünü eklemek moda oldu.
Örneğin son zamanlarda “atar yapmak” oldukça sık kullanılıyor özellikle gençlerimiz tarafından. Hiç olmazsa onun yerine kullanılan “atarlanmak” dense daha az zararlı çünkü “yapmak” zaten eylem yani eski dille söylersek fiil.
Kıyamet de orada kopuyor. Bildiğiniz gibi “bekle” sözcüğü zaten eylem. Yani onun sonuna ad yapım eki olan “-me”yi ekleyip sonra da “yapmak” eylemini eklerseniz oluyor size bir hilkat garibesi: bekleme yapmak. Doğrusu kuşkusuz “Beklemeyin”.
Sanırım ilk kez trafik polislerinin sürücüleri uyarmak için kullandıkları “Bekleme yapmayın!”la başladı bu furya da. Sonra da neredeyse olur olmaz her söylem için yaygın olarak kullanılarak dillere yapıştı bu yanlışlık.
“Yapmak” sözcüğünü doğru kullanmak için bir şey oluşturmayı, gerçekleştirmeyi anlatmalısınız: yemek yapmak, resim yapmak, hata yapmak, şaka yapmak, ders yapmak, ödev yapmak, şaka yapmak…Sağlamasını da şöyle yapabilirsiniz. Kullanacağınız eyleme “ne, neyi, kimi” sorularını sorup cevap alabiliyorsanız doğru kullanıyorsunuz demektir.
Bir de “uzun yıllar” hastalığımız var ki evlere şenlik. Biliyorsunuz bir yıl 365 günken dört yılda bir (dörde bölünebilen yıllarda) 366 gün olur. Kısacası yıl uzun değildir, sadece her yıla 6 saat eklenecekken, 4 yılda bir şubata bir gün eklenerek sorun çözülmüştür. Kısacası “Aradan uzun yıllar geçti.” derken farkında olmadan 4’e bölünebilen yılları söylemiş oluyoruz. Doğrusu ne derseniz çok kolay: “Aradan çok zaman geçti.” veya “Uzun süre geçti.”
Belki yadırgadınız yazımın başlığını ama açıklamama izin verin. Verilecek o kadar çok örnek birikti ki fazla zamanınızı alıp canınızı sıkmak istemem.
Gördüğünüz gibi, dilimiz zaten Arapça, Farsça’nın yanı sıra birçok yabancı dilden sözcük almıştı. Bir de özentiyle, marifetmiş gibi yakıştırma - aslında uydurma denebilecek – sözcüklerle tanınmaz hâle geldi. Kısaca genleriyle oynanıyor ve bir tanınmazlığa doğru gidiyor. İşte bu nedenle ben de bugünkü arıklı (zafiyet) geçiren dilimiz dilimize “üvey evlat” dedim.