Organ nakillerinin giderek azaldığını ifade eden Prof. Dr. Alan, bu konuda bilgi verdiği ÇOMÜ TV özel yayınında önemli açıklamalarda bulundu. Organ bağışının önemine vurgu yapan Prof. Dr. Alan, bağışçı olmanın, hayatta iken organlarının bir kısmını veya tamamını bağışlayarak hastaların tedavisi için kullanılmasına izin vermek anlamına geldiğini dile getirdi. Herkesin organ bağışında bulunabileceğini ve bu işlem için özel hastanelere, devlet hastanelerine ve sağlık ocaklarına başvurabileceğini belirtti.

Organ bağışının yaygınlaşmasını engelleyen asılsız söylentilere de değinen Prof. Dr. Alan, organ mafyası endişesi gibi yanlış inanışların organ bağışı kararını etkilememesi gerektiğini vurguladı. Organ bağışı kartının, yalnızca bir vasiyetname olarak kullanıldığını ve asıl kararın ailenin rızasıyla alındığını açıkladı. Organ naklinde kullanılan kaynaklar hakkında da bilgi veren Prof. Dr. Alan, canlıdan canlıya nakil ile kadavradan nakil arasındaki farkları açıkladı. Özellikle kadavradan nakilin tercih edilmesi gerektiğini belirtti ve bunun için organ bağışının öneminin altını çizdi.

Beyin ölümü kavramı ve organ bağışı süreci hakkında da bilgi veren Prof. Dr. Alan, beyin ölümü gerçekleştikten sonra organların alınması sürecinin detaylarını açıkladı. Beyin ölümü gerçekleşen bir kişiden alınan organların, Ulusal Koordinasyon Merkezi tarafından belirlenen kriterlere göre uygun hastalara dağıtıldığını belirtti.

Son olarak, organ bekleyen hastaların durumuna dikkat çeken Prof. Dr. Alan, organ naklinin hayat kurtaran bir işlem olduğunu vurguladı. Ancak organ bağışının yetersizliği nedeniyle her yıl binlerce hasta organ beklerken yaşamını yitirdiğini dile getirdi. Organ naklinin önemini vurgulayarak, toplumun organ bağışı konusunda daha duyarlı olması gerektiğini ifade etti.

Alan açıklamalarında şunları söyledi; “Organ nakli, çeşitli nedenlere bağlı olarak faaliyetlerini yitirmiş organların yerine yenisini takılma işlemidir. Organ bağışı ise kişinin hayattayken kendi iradesi ile öldükten sonra organlarını bir kısmı veya tamamının hastaların tedavisi için kullanılmasına izin vermesidir. 18 yaşını doldurmuş akıl sağlığı yerinde olan herkes organ bağışında bulunabilir. Bununla ilgili özel hastane, ÇOMÜ, Devlet hastaneleri ve sağlık ocakları var. Buralara müracaat ederek bir form doldurulabilir. İnsanları organ bağışından vaz geçmesini sağlayan en önemli nedenlerden bir tanesi de asılsız olan söylentilerdir. İnsanlar ‘Ben bu bağış kartını alırsam ve bu kart organ mafyasının eline geçerse ne olur?’ endişesi taşıyor. Ancak organ mafyası dediğimiz bu insanlar işi legal yollarla yapmıyorlar dolayısı ile böyle bir karta ihtiyaçları yok. Bu verilerin tamamı ulusal koordinasyon merkezinde yer alan organ bağış sistemine kaydedilmekte ve Sağlık bakanlığı yetkilileri dışında hiç kimse görme yetkisine sahip değildir. Yani birinin eline organ bağış kartı geçse bile herhangi bir hükmü yoktur bu kartın. Günümüz şartlarda bu kartın tek başına organ verebileceği anlamına gelmez. Ailenin mutlaka yazılı talebi olması gerekmektedir. Organ Bağış kartı sadece bir vasiyetname yerine kullanılmaktadır. Kişi öldükten sonra Koordinasyon merkezi tarafından sisteme bakılır ve eğer kişi bağışçıysa yakınlarına durum hakkında bilgi verilir ve rıza gösterilirse o zaman organ çıkarılıp süreç başlatılır. Organ naklinde iki ana kaynaktan faydalanıyoruz. Bunlardan canlı dediğimiz akrabalar arası organ nakli değişimi. Diğeri de ‘kadavra’ dediğimiz hastanelerin yoğun bakım ünitelerinde beyin ölümü gerçekleşmiş, solunum cihazına bağlı olarak hayata tutunmaya çalışan kişilerden oluşmaktadır. Canlıdan canlıya nakil, çoğu zaman iki organ kullanılıyor. Bunlardan biri böbrek, diğeri karaciğerdir. Eğer bir yakınınız diyalize giriyor ve kadavradan nakil olma şansı yoksa yakınları organlarından bir tanesini verebilir. Çünkü insanlar tek böbrekle hayata tutunabilir. Bu da insanları riskli duruma sokuyor. Çünkü takibi gerektiren bir hasta durumuna düşülüyor. O yüzden çok tavsiye ettiğimiz bir durum değil. Ama insanlar çaresizlikten bu yola başvurmak zorunda kalıyorlar. Biz de bunu mecburen yamak zorundayız çünkü insanların da hayata tutunması gerekiyor. Bizim asıl tercih ettiğimiz, hastanelerin yoğun bakım ünitesinde tıbben hayatını kaybetmiş kişilerden alınan organları kullanmaktır. Ancak ülkemizde organ bağışı yetersiz olduğu için şu anda canlıdan canlıya da nakil yapılmaktadır. Beyin ölümünde, beyin fonksiyonları geri dönüşüm olarak kaybolmuştur. Yani beyin, kan akımından tamamen yoksundur, hiçbir hayati faaliyeti göstermeyecektir. Bu kişiler çoğunlukla trafik kazası, beyin kanaması, ya da ağır kafa travmaları sonrası beyinde kan akımı tamamen durmuş kişilerden oluşmaktadır. Burada vücudun oksijenlenmesi makinalar tarafından sağlanmaktadır. Ancak makine ve tüm tıbbi desteğe rağmen tüm organlarda birkaç gün içerisinde iflas meydana gelir. Komada ise durumlar farklıdır. Sadece bilinçli olmayı sağlayan merkezler hasar görmüştür ve solunum kendiliğinden yapılmaktadır ancak bu da bir süre sonra bitkisel hayata dönebilir. Bir çiçek düşünecek olursak, koparılıp vazoya bıraktığımızda ne kadar mineralli su versek de belli bir süre sonra solarak dökülmeye başlayacaktır. Beyin ölümü de tam olarak buna benzer. Beyin ölümü gerçekleştikten sonra tekrar hayata dönme ihtimali yok. Bugüne kadar beyin ölümü gerçekleşip de yeniden hayata döndüğü bir insan literatürde bildirilmemiştir. Biz de zaten bu süreç zarfında organları almaya çalışıyoruz. Hastanenin her hangi bir biriminde solunum cihazından ayrı ölmüş ise bu kişinin organları kullanılamaz. Yani dokuların işlenmesi gerekiyor. Bunun için de makinaya bağlı olması lazım. O yüzden beyin ölümü tanısı koyulduktan sonra, diğer organlar iflas edene kadar hasta yakınları ile görüşülür eğer rızası olursa o zaman süreç başlatılır. Bununla ilgili de Sağlık Bakanlığı bir komisyon oluşturuyor. Beyin ölümü gerçekleşti kararı tek başına verilemez. Nöroloji uzmanlarından kurulu bir ekip vardır. Bunlar bir takım tıbbi testlerden geçirir hastayı. Daha sonra eldeki verileri Sağlık Bakanlığına bağlı Koordinasyon merkezine gönderilir. Ulusal Koordinasyon merkezi bütün verileri tekrar gözden geçirir. Koordinasyon kurulunun beyin ölümü gerçekleştirdiği kararı netleştikten sonra organ bağışı sürecinin başlatılması için talimat verilir. Yani beyin ölümü 3 merkez tarafından kesinlikle kontrol edilmektedir. Yani hiç kimse başkasının hayatı için bir kişinin ölümüne izin vermez. Beyin ölümü gerçekleştikten sonra Ulusal Koordinasyon merkezi tarafından organların kime takılacağı belirleniyor. Biz kime takılacağını bilmiyoruz. Ankara’dan bize bir isim listesi geliyor ve biz o isim listesine göre telefonla çağırıyoruz. Orda bir hüzün yaşanıyor. Çünkü organlar bir kişiden 5 kişiye takılıyor. Bir yandan da heyecan oluyor. Çünkü organ bekleyenler her yeni güne organın bulunması haberi ile uyanmak istiyorlar. Birine çıktığında diğerleri arasında buruk bir hüzün oluyor ama içlerinden bir kişinin kurtulmasına da seviniyorlar. Bu insanlar maalesef hayatlarını kaybediyorlar. Çünkü ülkemizde organ bağışı durma noktasına geldi. Beyin ölümü gerçekleşen her 5 kişiden bir organlarını bağışlayabiliyor. 30 bine yakın organ bekleyen hasta var. Yıllık yaptığımız nakil sayısı ise 5 bin. Yani her yıl 25 bin hasta kalıyor ve bunların üzerine sürekli hasta ekleniyor. Dolayısı ile organ nakli hayat kurtaran ve ciddi bir işlemdir. Bugün 100 tane hastanın listeye girdiğini düşünelim, bu hastaların yüzde 50’si 5 yıl sonra hayatını kaybediyor. Bu insanların hayata tutunmalarının tek yolu organ naklidir. Karaciğer bekleyen hastaların durumu daha vahim. Çünkü onların diyaliz gibi bir seçeneği yok. Bunlar eğer uygun organ bulunmazsa direkt hayatını kaybediyor. Keza Akciğer ve kalp yetmezliği olan hastalar aynı şekilde.”

Editör: Boğaz Gazetesi