“Üniversiteden mezun olana kadar okudun, okudun” derlerdi de inanmazdık. Gerçekten de öyleymiş!

“Üniversiteden mezun olana kadar okudun, okudun” derlerdi de inanmazdık.
Gerçekten de öyleymiş!
Hemen bir hayata atılmayagörün, onca işin gücün telaşenin arasında nerede ne okuyacaksınız?
Gençler sürekli bir kafa dağıtma derdinde, haksızlar diyebilir miyiz onlara?
Gündemdeki dertlerle dertlenip, tüm günlerini geçiren taze beyinlere,
“Neden biraz daha çabalamıyorsun?” diye sormayı yediremem ben kendime.
Ne okuyacak ki? Tüm gün ders çalışmış yahut para kazanmış bir insandan biraz da kültürlenmesini beklemek beyhude bir çabadan başka bir şey değil.
O yüzden ‘okumak’ ve ‘düşünmek’ akademik bir eylem olarak varlığını sürdürüyor.
Neyse! İyi ki zamanında bol bol okumuşuz.
MEB onaylı 100 Temel Eser’den, bireysel zevklere uzanan, bolca okuyacak zamanımız vardı.
Biz, şanslı kesimler olarak; çocuk işçi olmayanlar olarak, kitap okuma lüksüne sahiptik.
Büyüyünce de devam etti bu durum böyle, hayatımızı kazanmak için zamanımızı kiralamak zorundaydık.
Kim ne yapsın Nobel Edebiyat Ödülünü o gün!
Okudun, okudun işte!
Gülten Dayıoğlu’ndan, Orhan Veli’den işte en son o gün okuduk.