O gece tam uykuya dalacaktım ki aklıma bir şey takıldı. Hay Allah, tam da uykumun geldiği, bayılıyor gibi olduğum anda.

O gece tam uykuya dalacaktım ki aklıma bir şey takıldı. Hay Allah, tam da uykumun geldiği, bayılıyor gibi olduğum anda. Bir önceki gece iyi hatta hiç uyuyamadığım hâlde birden şeytan kesildim. Hani “şeytan kesilmek” derler ya, artık öldür Allah uyuyamam. Birdenbire uyanmış ve yüzümü buz gibi soğuk suyla defalarca yıkamış biri gibiyim, damla uykum yok. Öbür yanıma döndüm, kendime telkin etmeğe başladım. “Hadi uyu, mışıl mışıl uyu.” Kapa gözlerini Namık, uyu, takma kafana! Söylemek, daha doğrusu düşünmek kolay da kolaysa yap bakalım!
Kimdi yarabbim, kime borçlanmıştım?
O gece, yani olayın olduğu günün akşamı aklımın ucundan bile geçmemişti. Gelgelelim en olmayacak anda, tam uyuyacağım sırada gelip çengel gibi takılıvermişti kafama. Şimdi gel de uyu! Sağa dön, sola dön, hiç yararı yok. Uykuya sokağa çıkma yasağı koymuşlar sanki, gelemiyor.
Tutarı çok iyi hatırlıyorum, bir liram eksik kalmıştı. Olay şu an gibi gözümün önünde. Filmi yeniden, defalarca oynatıyorum. Sadece para ödeme sahnesi geliyor aklıma ama ondan öncesi yok. Dedim ya, bir şey alıyorum dükkânın birine girip. Kâğıt parayı uzatıyorum, sonra elimi cebime atıp avcumda tuttuğum bozuk paralara bakıyorum, bakın o da aklımda, dilenci parası gibi, 65 kuruş var ama bir lira eksik. “Tamam, verin onları.” diyor karşımdaki. Cebimi yeniden, bir daha karıştırıyor, öbür cebime bakıyorum, zırnık yok. “İlk fırsatta getiririm bir lirasını.” diyorum hafif rahatsız. “Önemli değil canım.” diyor karşımdaki ama hangi dükkân hatta konuştuğum kişi adam mı, kadın mı, kayıtlardan silinmiş.
Gece gece saçmalıyorum ve kendi kendime mırıldanıyorum deli gibi. “Bundan sonra alışverişe kamerayla mı çıksam ne?” Sonra da ekliyorum kendi kendime. “Deli misin, gecenin bu saati saçma sapan konuşuyorsun?”
Hani insan korkulu rüya görürken birden uyanır da “Yaşasın, rüyaymış!” diye düşünür ya, onun gibi. Ama bu filmin sonunda “Yaşasın.” yani mutlu son yok. İşte o gece sabahı gerçekten sabah ettim. Uyuyayım diye mavi, ılık bir denizde mi düşünmedim kendimi ya da bir çay bahçesinde boş boş denize bakarken mi… Iıh, çaresi yok, umutsuz vaka. Bir ara koyun bile saydım ama çobanı bir türlü hatırlayamıyorum.
Bu böyle birkaç gece sürdü. Bazı geceler uykuya dalmadım değil ama kısa sürüyor. O “bir lira virüsü” hemen giriyor beynimin kıvrımlarına, sanki iğne ucu gibi, batıp duruyor. “Neresiydi, kimdi, kime borçlanmıştım?”
Her gece her gece bu böyle çekilmezdi. Ertesi gün çarşıya çıktım. Olabilecek yerlere uğrayıp borçlandığım esnafı bulacağım, bir lirayı verip kurtulacağım. Önce, neredeyse her gün gazete aldığım yere uğradım. “Sizden geçen gün gazete alırken bozuk param çıkışmadığı için size mi borçlu kalmıştım?” Sadece “Bilmem.” dedi hiç düşünmeden. Ben de elimde hazır bekleyen bir lirayı uzattım ona ve “Ben borçlu kalmayı sevmem, alın şunu da ödeşelim.” deyip çıktım.
Ondan sonraki durağım manavımdı. Girer girmez parayı uzatıp “Geçenki alışverişten kalan bir liram.” deyip uzattım. Bir şey demeden alıp attı bozuk paralarının arasına.
“Affedersiniz eczacı bey, geçenlerde ilacımı alırken parayı tamamlayamamıştım da eksik kalmıştı.” dedim parayı masaya bırakıp. Oturmuş simit yiyor çayla. Gayet doğal bir “Sağ olun.”dan sonra beslenmesine devam etti.
Yok yok, Allahım hangi dükkândı, neresiydi? Bir türlü hatırlayamıyorum. “Ha,” dedim “belki de kahvaltılık cam kaplar aldığım yolumun üstündeki şu … Pazarı’dır. borçlandığım yer.” Ucuzluk da yapsalar malum bir moda çıktı ya son yıllarda tam sayıdan bir önceki 99’lu rakamı yazmayı: 15,99 TL, 203,99 TL, 999,99 TL… Tezgâhtar bayan yerleri temizliyor ıslak paspasla. “Geçen akşam sizden kap almıştım da bir liram çıkışmamıştı, onu…” dememe kalmadan otomatik pilot gibi “Bırakın oraya.” deyip işini sürdürdü kayıtsızca.
Moralim bozuluyordu giderek hatta bozulmak ne kelime, yerlerde sürünüyordu. Ben bu borçtan nasıl kurtulacaktım. Küçümsemeyin, sinek bile küçüktür ama istifra ettirir adamı. O günkü turumu moral bozukluğuyla kestim.
Uykusuz geçen bir gecenin ardından ertesi gün yine ve yeni bir hevesle yola çıktım. Sanki yapacak başka işim kalmamıştı artık o milat dediğim olaydan sonra. “Nerelere uğramamıştım?” Aklımda o soruyla çıktım çarşıya. Kasap şimdiye kadar hiç küsurlu tutar söylememişti ama neme lazım. Net hatırlayamıyorum ki, belki de o gün söyleyeceği tutmuştur. Ben ben olayım, o dükkânı bulup o bir lirayı vereyim. Borçlu borçlu nasıl giderim öbür dünyaya? İki elleri yakamda olur sonra. Allahtan dükkân tenha bu aralar. “Buyur amca!” dedi avını kollayan kaplan gibi. “Geçen gün sizden kıyma alırken bir liram çıkışmamış olabilir mi?” dedim umutla. “Olabilir. dedi ellerini beze silip. Sonra da parayı çekmeceye atıp o sırada kapıdan giren kadına “Buyur abla, ne arzu etmiştin?” dedi.
Ondan sonraki günlerde yeni umutlarla çıktığım seferlerde kahvaltı mekânlarına, çay bahçelerine, nesli tükenmek üzere olan terzi, ayakkabı tamircisi, nalbur, sıhhî tesisatçı, pastane, bakkal gibi aklıma gelen neresi varsa hepsine uğradım ama yok, yok!
Son çarem bu yazı. Yerel gazetenin birinde bu yazımı yayınlatmağa çalışacağım öykü niyetine ve şu son cümlemde bütün umudum:
“Esnaf arkadaşlar, param çıkışmadığı için birinize bir lira borçlandım ama hanginiz olduğunu bildirmiyorum. Ne olur hanginizseniz söyleyin de kurtulayım. Akılıma gelen her esnafa, ne olur ne olmaz diye birer lira verdim ama hâlâ gerçek kişiye verdiğimden emin değilim. Artık ne para bozdurmağa takatim kaldı ne de geceleri uykusuzlukla geçen kâbus dolu saatlere. Yalvarırım, bana en pahalıya mal olan şu bir liralık alacak sahibi, çık ortaya da kurtar beni!