Yılları arkada bırakıp mı gideriz, yoksa yıllarda bizle mi gelir?
Yılları arkada bırakıp mı gideriz, yoksa yıllarda bizle mi gelir?Sanki, gölgemiz gibiler be…
Biz uzaklaşırken, yıllarda gölgemiz gibi ardımıza dizilmiş bizle gelirler.
Bu yılların arasında tozlanmış, gizlenmiş ne anılarımız saklıdır dimi?
Peki sadece anılar mı sizce?
Bu anıların arasında ne vefa, yada vefasızlıklar saklanmıştır.
Ta ki, yılların arasında unutulmaya yüz tutmuş eski bir dostun acı haberini alana kadar.
Yanımızdayken,
Bir nefeslik ötedeyken,
Çoğumuz hatırlamadık bile, çoğu kez görmezden geldik.
Niye bizler, bir şeyin değerini hep kaybettikten sonra anlıyoruz?
Aslında, saymaya kalksan bir elin parmakları kadardır vefalı dostlar.
Onları sadece kaybettiğimiz zaman, yılların arasındaki anılarımızdan çıkartırız.
Ve; yanımızdayken başımızı çevirdiğimiz,
Bir selam vermeye çekindiğimiz anıların arasındaki dostun hep yanındaymışız gibi ardını süslü sözlerle süsleriz.
İnanılmaz insanlarız vesselam…
Artık tedavülden kalkmış ve klasikleşmiş bir sözü ne yazık ki hale geçerli kıldırıyoruz ya!
Hani vefa kelimesiyle ilgili yazı yazarken herkes kullanır.
Vefa İstanbul'da sadece bir semt ismi değil diye.
Evet Vefa İstanbul'da sadece bir semt değil...
Vefa; bu kez Çanakkale'de bir Orhan Mutay'dı.
Şimdilerde, Nejat Tabak, Celal İmren, Cemal Oral, İsmet Akıncı, Hüseyin Uyar, Erdem Sürek, Ayhan Öncü, İlker Ülker, Murat Kıray gibi ve daha aklıma gelmeyen gazetecilerde olmalı.
Yanlarımızdayken, görürken ve yaşarken.
Yaşam bir nefes ve göz kırpmak kadar bazen çok kısa.
Unutmamak gerek, birbirimizden bir selamı esirgeyecek kadar zamanımız olmayabilir!
Vefa dendiğinde aklımıza semt, yada boza gelmemeli.
Zira biliriz ki, boza ekşimsidir. Vefanın güzelliğini unutup, her şeyi boza gibi ekşitmeye çalışmayalım.
Bu yazıyı bir vefa hikayesi ile bitirmek istiyorum…
Yaşlı bir adama sokakta yürürken bisikletli çarpmış ve hafif yaralanmış.
Etraftakiler hastaneye götürmüşler.
Hemşireler, röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini söylemişler.
Yaşlı adam huzursuzlanmış; “acelesi olduğunu, röntgen istemediğini” söylemiş.
Hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar.
“Eşim huzurevinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı etmeye giderim, gecikmek istemiyorum”.
Hemşire “Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz” deyince;
Yaşlı adam üzgün bir ifade ile:
“Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey anlamıyor, hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor” demiş.
Hemşireler hayretle:
“Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden her gün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?” diye sormuşlar.
Adam cevaplamış:
“Ama ben onun kim olduğunu biliyorum”