,



Yaz bitiyor ama ben hâlâ arabalıya binip karşıya geçememişim bir kez de olsa! Geçememiş ve orada bir çay, bir kahve, ne bileyim bir bira içememişim.
Oysa eskiden Kilitbahir veya Eceabat yol muydu yani? Atladın mı motora al sana Kilitbahir. Sert havalarda deniz olurdu, korktuğum günler de olmadı değil ama yüzüne çarpan damlacıklar bile yaşadığını anımsatırdı tatlı tatlı kıpırtılarla.
Ya arabalıyla Eceabat? Hele son yıllarda Çanakkale’ye daha sık gelir ve bir kez de olsa kendime Eceabat gezisi ikram ederdim. Hem güzel bir gün geçirir hem de kıyıda içilenin tadı göz ve ağızda birleşip denizin ve yazın tadını anımsatırdı.
Şimdi köprü de var ama “Deniz Üstü Köpürür” dururken köprüye kim aldırır? Hele hele aracın yoksa ya da aracın var ama aracının yanı sıra yeterli gelirin yoksa…
Ne zaman karşıya geçmek için deniz taşıtını seçsem aklıma hemen gurbetteyken yaptığım gemi yolculukları gelir.
Çanakkale’de okurken babamla ama yatılı okumak için gurbete gittiğim yıllarda ise yalnız başıma gemi yolculukları çok hoşuma giderdi. Özellikle 2 gün, üç gece süren Erzincan - İstanbul tren yolculuğu, Haydarpaşa’da inip İstanbul’dan Çanakkale’ye gemiyle ulaşmak… Tabii ters sırayla gemiyle İstanbul ve sonrasında Haydarpaşa - Erzincan…
Bunları neden uzun uzun anlatmağa çalıştığımı merak etmiş olabilirsiniz. İşte o gurbette okuduğum 1959 - 1962 yıllarında hep o İstanbul - Çanakkale yolculuğunu hayal ederek gün sayardım: “Yola çıkmama 5 ay, 3 hafta, bir gün kaldı!” Önce trenden Haydarpaşa’da inilecek. Sonra da gemiye binilecek ve ver elini Çanakkale!
Hatta sonraki yıllarda bile bir bahane uydurup Çanakkale’den İstanbul’a kara yoluyla değil, denizden gitmek. Tabii sonradan bu seferler kalktı ama Ayvalık ve Gemlik gemilerinin tadı hâlâ damağımda. “Geminin tadı damağımda” dediğime bakmayın. Aslında bana ilginç gelen, özlediğim yan gemi yolculuğu değil, o yolculukta nerede oturup ne yaptığım.
Yıl boyunca hayal ettiğim o geliş ve dönüş yolculuklarının en güzel yanı güvertede geçirdiğim zamandı.
İki gemi yolcu taşırdı İstanbul’dan Çanakkale’ye ve Çanakkale’den İstanbul’a. Çarşamba sabahı kalkan gemi aynı gün akşamüstü varırdı Çanakkale’ye. Aynı gemi İstanbul’a Perşembe sabahı kalkarak giderdi. Cumartesi gelen gemi de Pazar sabahı kalkardı Çanakkale’den. Çarşamba - Perşembe seferini Ayvalık yapmışsa cumartesi - pazar seferini Gemlik yapardı.
Öğleni aşıp yaklaşık ikindiye varıldığında güverteye çıkar, bir masaya oturur ve şairin “Haydi Abbas, vakit tamam!” dizelerinde olduğu gibi kendime bir bira söylerdim ama yanında - şu yıllarda tadını unutur gibi olduğumuz - eski kaşar söylerdim. Tam anımsayamıyorum, belki bir iki dilim de ekmek. Gökte yakmayan - o yaşlara göre - romantik bir güneş ve saçları uçuşturan rüzgâr! İşte benim aylarca düşlediğim tablo buydu.
O yıllarda ne televizyonumuz vardı ne de asrın harikası (!) cep telefonumuz ama bir yıl tasarlayıp iple çektiğimiz ve ona ulaştığımızda mutluluktan uçtuğumuz eşsiz düşlerimiz!