Merhaba dostlar, bundan tam beş yazı öncesinde size bu güzel ve bir o kadar hüzünlü şarkının hikayesini yazmaya sözüm vardı. Ancak fırsat bulabildim.
Yanıyor Mu Yeşil Köşkün LambasıMerhaba dostlar, bundan tam beş yazı öncesinde size bu güzel ve bir o kadar hüzünlü şarkının hikayesini yazmaya sözüm vardı. Ancak fırsat bulabildim.
Buyrunuz efendim hep birlikte okuyalım hatta arka fonda açıp sevgili Zeki Müren'den dinleyelim olmaz mı? Karargahta genç subaylar toplanmış ve hepsinde bir heyecan! Gidecekleri cepheler açıklanacak ve kısa bir süre sonra yola çıkacaklardı. Kimi evli eşini bırakacak, kimi sevdalı sevdiğiyle vedalaşacak. Bekleyiş salonda dikkat sesiyle bir anda tüm subayların ayağa kalkmasıyla sonlanmıştı.
Gelen albay sırayla subayların gideceği cepheyi açıkladıktan sonra İstanbul’dan kafilenin ayrılacağı tarihi de bildiriyordu. Artık herkes arkadaşıyla vedalaşarak oradan ayrılıyordu. Genç subayın İstanbul’dan ayrılacağı gün, bir ay sonra olarak belirlenmişti. Yetim olduğu için vedalaşacağı kimse yoktu. Herkes ailesinin yanına koşarken o İstanbul sokaklarına kendini bıraktı.
Artık karargahtan epeyce uzaklaşmıştı. Kıyıyı yalayan dalganın sesiyle deniz kenarına geldiğini fark etti. İlk banka oturdu, karşıdan gelen al kırmızı renginde kıyafeti olan bir kıza gözü takıldı. Ayağa kalktı, subay elbisesinin sırmaları ve kuşandığı kılıçı güneşin ışığının vurmasıyla parıl parıl parlıyordu. Karşıdan gelen genç kızın dikkatini çekmişti.
Genç kız, tam genç subayın yanından geçerken birbirleriyle bakıştılar. Otuz saniye süren bakışa bir sevda sığdırdılar. İşte orada birbirlerine aşık olmuşlardı. Her ikisinin kalbi neşe dolmuştu. O neşe dolan kalp ve hemen ardından bir güvercinin kanat çırpması gibi çarpıntıya dönmüştü. Otuz saniye onlara sene gibi gelmişti. Genç kız arkasına dönerek:
"Hatice hanım yarın yine aynı saatte burada yürüyüş yaparız değil mi?"
"Olsun güzel kızım, yaparız."
Genç subay mesajı almıştı. Yarın aynı saat orada olacaktı. Gözlerinin içi gülerek oradan ayrıldı. Akşam olmuş; ancak subayın gözüne uyku girmiyordu. Sabah namazıyla uykuya dalmıştı. Artık beklenen saat gelmiş, subay aynı bankta yerini almıştı. "Görünürde kimse yok!" diye düşünüyordu ki gözleri beyninden önce algılamış, içi gülmeye başlamıştı kızı uzakta görünce!
Genç kız subayın önünden geçerken mendilini düşürmüş, subay da hemen mendili almıştı. Mendilin içinde bir not yarın bir yerde konuşmak için oraya gelmesini istiyordu. Bütün dünyalar genç subayın olmuştu. Yarın nasıl olacak diye içi içini yiyordu. Zaman yerinde durmuyor, o geçmediğini de düşünse zaman geçmiş, yarın olmuş ve artık kızla karşı karşıya gelmişti.
Kendilerini tanıtıp düşüncelerini paylaşmaya başlamışlardı. Bu buluşmalar her gün sürmüş ve subayın cepheye gitmesine son gün kalana kadar devam etmişti. Artık vedalaşma zamanı gelmiş, birbirlerine sarılmışlardı; ama birbirlerini bir türlü bırakamıyorlardı. Genç subay kızın kulağına:
"Odanda bir lamba yak ki haber almak istediğimde veya geldiğimde beni beklediğini anlayayım!" diye fısıldadı.
Genç kız: "Seni sonuna kadar bekleyeceğim. O ışık her gece köşkün odasında yanacak! Sen kendine dikkat et ve beni çok bekletme!" diyerek ayrıldılar.
Subay günler süren yolculuktan sonra Yemen'de bulunan cephesine gelmişti. Cephede çok sert çatışmalar oluyor. Alaylar bölük bölük yok oluyordu. Aradan bir yıl geçmişti. Arkadaşlarından biri İstanbul'a görevli gidip gelecekti. Arkadaşına bir mektup yazarak verdi ve köşkü ona tarif etti.
"Akşam bak, odada bir lamba yanıyorsa bu notu sevgilime ulaştır!" deyip notu tanıştıklarında kızın düşürdüğü mendilin içine koyup arkadaşına teslim etti.
Arkadaşı olan subay uzun yolculuklardan sonra İstanbul'a ulaştı. İşlerini yaptıktan sonra akşam olunca arkadaşının tarif ettiği yeşil köşke gitti ve odada lamba yandığını görünce notu kıza ulaştırdı. Kız bir heyecanla mendilin içindeki mektubu aldı ve gözyaşlarıyla mektubu okudu. Mektubun sonunda şu dizeler yazmaktaydı:
Yanıyor mu yeşil köşkün lambası yâr
Hiç bitmiyor şu gönlümün kavgası yâr
Benim yarim kırmızı gül goncası yâr
Hemen sevgilisine bir mektup yazdı. O da sevgilisinin yaptığı gibi mektubun sonuna şu dizeleri yazar. Aynı şekilde mendilin içine koydu ve subaya teslim etti.
Ay gibi parlak gün gibi doğanım geliyor
Cepkeni kırmalı saçları sırmalım geliyor
Aba da bir çuha da bir giyene yâr
Güzel de bir çirkin de bir sevene yâr
Canım kurban olsun kıymet bilene yâr
Aradan ay geçmişti ki görevli arkadaşı cephede ona mektubu ulaştırdı. Aylardır cephe o gün sanki mektubun gelmesiyle sessizliğe bürünmüştü. Bunu fırsat bilerek askere de görünmeden mektubu gözyaşlarıyla okudu. Sonunda yazan mısralardan onu beklediğini, nasıl gelirse gelsin seveceğini anlamıştı.
Zaman savaşın içinde olmayanlar için su gibi akıyor, savaştakiler için de bir türlü geçmiyordu. Ordu sağ kalan az miktarda askerle cepheden çekilme kararı almış ve esir düşmeyenleri trenle geriye yollamıştı. İstanbul'a geldiklerinde bir fırtına onları karşılamış, bir iki gün kaldıkları yerden çıkamamışlardı.
Fırtına hafiflediğinde akşam koşarak gittiği yeşil köşkün odasında lamba yanmıyordu. Köşkün yanındakilerin konuşmasından düğün hazırlığı içinde olduklarını öğrenince kahrolmuştu. Savaşın da getirdiği piskolojiyle düşünme yetisini kaybetmişti.
Yeşil köşkün fırtına sebebiyle yangın atlatmasından dolayı iki gün lambaların yanmadığını ve düğün hazırlığının sevgilisinin teyzesinin kızının olduğunu öğrenme zamanını kendine vermeden ilk kafileyle cepheye gitti. Gittiği gün çatışmada şehit düştü. Cebinde mektupları ve bir not vardı.
Yeşil Köşkün lambası artık yanmıyor.
Ruhum bedenimde artık durmuyor.
Daha sonra mektuplarda olan mısralar İstanbul Türküsü olarak hüzzam makamında bestelenerek zamanımıza ulaşıyor.
Alıntıdır...
Buraya kadar okuduğunuz için çok teşekkür ederim iyi ki varsınız.
Hoş kalın sevgiyle kalın efendim görüşmek üzere.