“Şurdan iki çay kap gel de içelim oğlum! “Nası yani, ben garson muyum ayrıca sen benim babam mısın?”

“Şurdan iki çay kap gel de içelim oğlum!
“Nası yani, ben garson muyum ayrıca sen benim babam mısın?”
“Neler saçmalıyosun akşam akşam garson, baba falan diye?”
“Ne saçmalaması, baksana yan masadakiler istedi demin. Çalışan da getirdi. İçiyolar işte! Hem sen neden bana ikide birde oğlum diyosun bakalım?
“Ağzımız alışmış. Alışmış kudurmuştan beterdir, derler ya, o hesap. Hem insan bi kelimeyi diline taktı mı tükürür gibi atamıyo. Benimki bi şey değil. Sen asıl “aynen” diyenlere bak.”
Caminin arkasında kalan şadırvanın yanındaki boş alanı değerlendirmiş çayevi. Masa atmışlar birkaç tane ağaçların altına. Yaz günleri daha da güzel oluyor. Hem buranın rüzgârı hız kesmiş oluyor böylelikle. Çay kahve, soğuk içecek yudumlanırken de sohbet uzuyor. Bizim iki kafadar da volta atmağa ara verip biraz soluklanmak istemişler.
“Sen demin ‘aynen’e kafayı taktığını söyledin ya…”
“Ee, ne var, yasak mı?”
“Yok da…Azıcık sus da yandakileri dinle.”
“Ayıp değil mi ulan, biz ajan mıyız?”
“Ne ajanı be, yazıp durma, ecnebi filim mi izliyoz? Onu bırak da dediğimi yap, kapa iki dakka şu çeneni.”
“Aha aha, karı resmen sakız etmiş. Durmadan ‘aynen’ diyor.”
“Annadın mı şindi?”
“Annadım da ben dalarım şimdi buna.”
“Ayıp ayıp, erkek adam karı kız kısmına…”
“Kalk o zaman, uzayalım burdan.”
“Bak ne diycem! Var mısın benimle bi iddaya?”
“Arda‘nın takımına mı oynıycaz?”
“Saçmalama. Bak, ben diyorum ki bu kız bi saat içinde en az elli defa aynen der. Var mısın iddaya?”
“O kadar da değil. Elli defa da söylenir mi canım?”
“Yani?”
“Varım Acun Bey!”
“Dalga geçme, varsan elli kââdına söle!”
“Varım lan!”
“Lanlı lunlu konuşmayı bırak da saat tut. Başlıyoz.”
Yan masadaki kızlardan birisi durmadan anlatıyor, öbürü de o durup nefeslendikçe “aynen”i bastırıyordu.
“”Daha dün akşam gördün ne yaptığını. İnsan sevdiğini orta yerde bırakıp gitmez.”
“Aynen!”
“Hem de Kordon’un en civcivli saatinde, ortalık mahşer yeri gibi yaani.”
“Aynen!”
“Neymiş, balığa çıkacaklarmış şekerim. Bitmedi gitti balığa çıkma hastalığı. Ne balığı, anlayamadım.”
“Aynen!”
“Haksız mıyım ama kızmakta, sen de bi şey desene!”
“Aynen hayatım, aynen!”

İşte burada iki delikanlı arasında “Tek sayılır, hayır, iki sayılır!” tartışması çıktı ama bu kez de sayılanlar kaçacak diye vazgeçildi. Ne olduysa o arada kızlar hesabı ödeyip kalktılar ama bir saatin dolmasına on dakika daha vardı ve skor kırkı geçmişti. İddianın en kritik zamanıydı. Peşlerinden onlar da kalktılar ve dinleme mesafesinden kızları izlemeğe başladılar. İzleme esnasında skor kırk dokuza ulaşmıştı. Maç bitmeden kritik gol gelecek miydi? Kız bir daha “aynen” dese, iddia kazanılacaktı ama kızlar vedalaşıp ayrıldılar. “Elli”yi savunan delikanlı da birden, “aynen”leri sıralayan kızı kolundan tuttu ve kendine çevirdi:
“O kız haklıydı değil mi?”
Şaşıran kız “aynen” deyip kurtulmayı akıl edemedi ama can havliyle elindeki alışveriş pakedini delikanlının kafasına indirirken “Polis yok mu polis!” diye haykırdı.

“Şimdi sen, önce peşimizi bırakmadılar, sonra da bu zibidi beni kolumdan çekip saçma sapan bir şeyler söyledi diyorsun, öyle mi?” diye sordu komiser.
“Eveet, ne demek oluyosa yaani!”
“”Peki kızım, sen gidebilirsin.” deyip delikanlıları tepeden tırnağa süzdü.
Kız çıkarken olaya müdahale eden polis “Bunları nezarete atayım mı komiserim?” diye sordu. Eliyle sinek kovar gibi yapan komiserin ağzından tek sözcük çıktı:
“Aynen!”