“Onu görmeden önce sesini duydum: Çığlığı surlarımızın içinde yankılanıyordu. Tanımak için onu görmenize gerek yoktu, şanı savaşacağı yerlere önceden gelirdi: Yüce ve zeki Akhilleus, tanrılara benzeyen Akhilleus… Ondan bahsederken bu isimlerin hiçbirini kullanmazdık. ‘Kasap’ derdik biz ona. Beni kendi şehrimden, tahtımdan kopardığı gün eski hayatıma dair her şey ardımda kaldı. Troya’yı almak üzere yola çıkmış bir ordunun kölesi, kardeşlerimi ve kocamı öldürmüş Akhilleus’un odalığıydım artık. Kim olduğunu önemsemediği bir ganimettim onun için, fazlası değil.
Neyi mi önemserdi peki? Şanını… çünkü pazarlık böyle yapılmıştı, hilekâr tanrıların ona verdiği söz buydu: Troya surları altında erken bir ölüme karşılık ebedi şan ve şeref. Ve ölümü yakındı, bunu biliyordu. Ama bu hikâye savaşın nasıl şanlı olduğunu, erkeklerin ne kadar cesurca çarpıştığını anlatmayacak, o defalarca yapıldı. Hayır, bu tarihte unutulmaya zorlananların hikâyesi. Yine de unutulmayacağız, yıllar sonra bile anneler çocuklarına Troya şarkılarını söyleyecek, biz de onların rüyalarından eksik olmayacağız… kâbuslarından da.”
320 sayfadan oluşan ‘Kızların Suskunluğu’ kitabı, İlyada Destanı’na kazandırdığı yeni bir öykü ile Truva’yı ve bu tarihin, günümüzde hala daha ne kadar önemli olduğunu vurgulamış oluyor.
Gizem Tuğçe BAYHAN
Editör: Boğaz Gazetesi