Belediye Meclisi olağan üstü meclis toplantısına konuk olan Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Mühendislik Fakültesi Dekanı, Deprem Araştırma Uygulama ve Araştırma Merkezi (DAUM) Müdürü Prof. Dr. Tolga Bekler, Çanakkale ve deprem gerçeğine ilişkin önemli açıklamalar yaptı.

Kahramanmaraş Pazarcık ilçesi merkezli meydana gelen ve 11 ilin etkilendiği depremlerin ardından Çanakkale Belediye Meclisi olağanüstü toplanarak önemli kararlar altı. Meclis toplantısına konuk olarak katılan ÇOMÜ DAUM Müdürü ve Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Tolga Bekler, yaptığı sunumla meclis üyelerine Çanakkale'nin depremsellik durumu ile ilgili kapsamlı bilgiler verdi. Kahramanmaraş depremlerinin verdiği zarar açısından, yıkım açısından, eşi benzeri olmadığını kaydeden Prof. Dr. Bekler, 2017 Çanakkale Ayvacık depreminden sonra hala aktivite nasıl devam ediyorsa Kahramanmaraş depremlerinin de bu kadar büyük olmamakla beraber devam edeceğini söyledi.

“KANSERLİ DOKU NEREDEYSE HER YERİ SARMIŞ DURUMDA”
Çanakkale özelinde aldıkları bazı sonuçlar olduğunu ifade eden Prof. Dr. Bekler, “Hem depremlerin izlenmesi konusunda, hem bölgesel olarak hem de Çanakkale şehir merkezi açısından baktığımızda ne durumdayız? Bizi neler bekliyor, neler yapabiliriz? Akabindeki ve sizlere düşen görevler ne? Biz üniversite olarak ya da bilim insanı ya da diğer bilimciler olarak bu işin neresindeyiz? Onlardan size bahsetmeye çalışacağım. Kolay bir süreç değil tabii. Türkiye esasında çok büyük bir ülke. Hakikaten Cumhuriyet öncesinden, Cumhuriyet sonrasına kadar baktığınız zaman topraklarıyla, yerleşim alanlarıyla oldukça büyük bir ülke, her türlü değerleriyle. Ancak deprem üreten faylar açısından baktığınız zaman maalesef ülkemiz küçük bir ülke. Her yeri sarılmış durumda. Benzetmek pek doğru değil ama kanserli doku neredeyse her yeri sarmış durumda. Yani buradan kaçacak bir tarafınız yok. Hatta bir hocamızın şöyle bir ifadesi vardı, hakikaten hoşuma gitti; ‘Bir metre dahi kaçacak yerimiz yok’. Çünkü baktığınız zaman o sürekli gördüğünüz deprem üreten fayların konumlarına her biri tarihsel dönem içerisinde Kahramanmaraş'taki etkiyi göstermese dahi yakın depremleri üretmiş fayların olduğunu bize gösteriyor. Bunlardan bazılarına bizler yabancı değiliz. 1912’de 7,2’lik bir deprem. Kuzey Anadolu Fayı'nın Marmara Denizi'nden geçtikten sonra Yunan ana karasına doğru uzanan bir fayın oluşturduğu bir deprem.1944 Edremit 6,8’lik bir deprem. 1953 Gönen Depremi. Her birini ayrı, enteresan, acı fakat ders verici özellikleri olan depremler. 1977’de 7,2’lik bir deprem. Çok uzak değil 1999. Türkiye'deki depreme yönelik yapı tasarımına yönelik, yönetmeliklere yönelik, mevzuatlara yönelik, belediyelerin imar yasalarına yönelik yapılmasına sebep olan 99 depremleri, Adapazarı ve Düzce depremleri. 2017 Van depremi. Artçı şokların neye karşılık geldiğini deprem sonrasında binalarda yapılan bazı düzenlemelerin ya da düzeltmelerin tırnak içinde söyleyelim onları, bizim için ne anlam ifade ettiğini gördük. Artçı şokların daha depremden sonra oluşması esnasında ne gibi bir etkileri var? Bu depremde de onu gördük ve 2017 çok büyük bir deprem değil, Ayvacık depremi. Ama muazzam etkisini gördük. Neden kırsal alan ciddi yıkımlar gördük. Hala etkisi devam ediyor, hala ölçümlerimiz devam ediyor" dedi.

Bir sonraki yeri tahmin etmenin mümkün olmadığının altını çizen Prof. Dr. Bekler, “2020 Ege Denizi, İzmir açıklarında meydana gelen deprem. Alüvyon bir kentin üzerine alüvyon bir alan üzerine yüksek katlı binaların hangi koşullarda yapılıp yapılmadığına bakılmaksızın nelerle karşılaşacağımızı gösteren bir deprem. Dikkat ederseniz her depremde esasında o dönemin koşullarına uygun, kanunların hazırlanmasına ön ayak oluşturabilecek bir ders çıkartmasına sebep olan etkileri görüyoruz. Nihayetinde iki hafta önce yaşadığımız Kahramanmaraş ve Elbistan depremleri ve dün de Hatay'da meydana gelen deprem. Sonunda soru işareti koydum. Bir sonraki yer neresi? Bir sonraki yer Türkiye'nin her yeri, Çanakkale’de dahil. Kuzey Anadolu fayı üzerindeki herhangi bir yer de dahil, Bingöl de dahil, Hakkari de dahil. Çankırı da dahil ve Ege'de daima. Bulunduğunuz yerde dururken bir anda ‘bak acaba deprem mi oluyor, sallanıyor muyuz’? Daha önce deprem yaşamış eğer biriyseniz tekrar o travmayı yaşamaya başlıyorsunuz. Ben bunları çok yaşadım. Hem Türkiye'de hem yurt dışında da yaşadım. Bunu bir de Kahramanmaraş'taki bir insanın yaşadığını düşünün, büyük bir travma. Yani bugün,, yarın bitecek bir şey değil. Allah kimseye bir kere daha göstermesin. Tüm gönlümüzden geçen bu ama maalesef olacak. 2017 ve 2019 depremlerinde hem Ayvacık'ta hem Ahmetce köyünde biz eski yığma, taş yapı benzeri artık kullanılmaması gereken yapılarda çok ciddi hasarlarla karşı karşıya kaldık. Tabii her deprem sonrasında acaba artçılar ne kadar sürecek? Ne kadar bunun artçısı olduğu? Tabii ki bunlar bizlerin özellikle çalışma konularını çok yakından ilgilendiren hemen neticelenmeyen, neticelenmesinde beklemediğimiz konular. Her depremi üreten fay dediğimiz her birinin bir özelliği var. Yeri geliyor iki fay birbirini sıyırarak geçiyor. Yeri geliyor iki tane blok birbirine çarpıyor. Yeri geliyor birisi bir yerin altına girmeye çalışıyor. Tabii bu muazzam bir enerji karşısında yeryüzünde ne var ne yoksa bundan etkileniyor. Zannetmeyin ki 1900 yıllarda hiçbir şey yoktu da acaba günümüze doğru mu? Teknoloji arttıkça depremleri kaydeden cihazların ortaya çıkmasıyla Türkiye'de yerleştirilmesiyle beraber belli bir dönemden sonra, özellikle de 1990’lara kadar bu deprem sayıları da göreceli bir artış. Ancak 1990’dan günümüze kadar özellikle de gerek Kandil Rasathanesi'nin gerekse AFAD'ın beraber çalışması ve diğer üniversitelerin katkılarıyla hemen hemen Türkiye'nin birçok yerinde çok sık aralıklarla deprem istasyonlarının konumlandırıldığını görüyoruz. Bu deprem istasyonlarının konumlandırılması size neyi veriyor? Ne kadar fazla depremin olduğunu nerelerde daha fazla yoğunlaştığını ve nerelerde olduğunu, şimdi televizyonlarda özellikle bu Kahramanmaraş ya da daha önceki depremlerde sunum yapan ya da görüşlerini belirten bilim insanlarının konuşmaları arasında sismik boşluktan bahsedilir. Yani oradaki yapı yer içerisindeki yapı gelen kuvvetlere karşı bir yere kadar dayanabiliyor. Ama bu dayanımlar bazen kayaçların, dayanımları, genel kuvvetleri artık karşılayamaz hale gelir. Maraş'ta bu kadar büyük deprem beklenmemesinin, bu kadar etkisinin en fazla olmasını gerektiren şey kayaların daha doğrusu blokların birbirine sürtünmesini etkileyen sürtünmeler. Biz bunu aspirit de diyoruz. Teknik bir kavram. Ama durum şu, iki kaya geliyor. Şimdi o direnme ne tarafta? Direnme bizim bu taraflarda. Yani 1912 depremini meydana getiren, Tekirdağ Çukurluğu olarak da bilinen açıklarındaki faylanmanın olduğu kısım. Yani Türkiye'deki en fazla korktuğumuz yerlerden bir tanesi. Bu bölgede özellikle ikinci yer Edremit Körfezi. Benzer durum yine bu yanan faylanma. İki blok birbirini yaralı bir şekilde sıyırarak hareket tarzını gösteriyor. Edremit Körfezi'nde de uzun süredir böyle bir boşluğu biz takip ettik. Zaten bu bölgede 2017 AFAD'ın desteğiyle üniversitemiz bir proje aldı". Hala o proje devam ediyor. Hem Kandil'inin hem AFAD'ın desteğiyle buralara deprem istasyonları kurduk. O deprem istasyonları işte bize söylüyor bunu. Yani nerelerde en fazla yoğunlaşıyor? Yani sadece deprem istasyonları kurmak, o depremin büyüklüğü, derinliği, oluş zamanı, vesaire vesaire bunlar için değil. İleriye yönelik olarak yeni fayların uzunluğu, doğrultuları bundan sonra binayı nasıl etkileyebilecek deprem kuvvetleri hesaplarken, nelerin olması dikkat edilmesi gerekiyor? Bunlarla ilgili bilgileri biz ön altlığını oluşturmaya çalışıyoruz. Şimdi baktığımız zaman ortalama Türkiye'de insan ömrünün yetmiş sene olduğunu düşünürseniz ilk 10 senesini ya da 7 senesini saymazsanız değil mi o çocukluk tarafını? Altmış yıl içerisinde neredeyse her on senede bir altı ve üzerindeki depremi göreceksiniz. Ya yaşayacaksınız ya göreceksiniz ya etkileneceksiniz ama olumlu ama olumsuz. Olmadı mı? O zaman emanet edeceğiniz yerinizi, çocuklarınız bunları görecektir. Olmadı mı? Torunlarınız elbette görecektir. Dolayısıyla bu bakımdan Meclisimizin yapacağı değerli çalışmalar, katkılar bu anlamda çok ama çok değerli. Peki biz bunları nasıl gözlemliyoruz? 2017 Ayvacık depreminden sonra aldığımız destekle Çanakkale'de birçok yerde, özellikle de Ayvacık, Edremit, Biga Yarımadası olmak üzere toplamda hala hazırda da on dokuzu çalışıyor. 38 tane deprem istasyonu aktif olarak bizim Deprem araştırma merkezinde depremle izlenilmesi üzerine kurulmuş durumda. AFAD ve Kandilli ile beraber çalışıyoruz. Ve bunları dinleyeceğiz de ne olacak? Yani neden bir hastanın bir doktorun, bir hastasını dinlemesi durumunda ne oluyorsa bizim için de hasta yer içerisinde. Yani bizim görevimiz teşhisi koyabiliyor. Ki tedaviyi yerin üstündekiler yapsın. Bunların içerisinde sizler de varsınız. Bunun içerisinde mühendisler de var. Bunun içerisinde yerel yöneticiler de var. Bunun içerisinde kanun var. Kanun yapıcılar var vesaire vesaire. Yani hiçbir hasta kalkıp da herhalde radyoloğa benim durumum ne olacak demiyor. Ayvacık Yarımadası ağırlıklı olmak üzere buradaki fayların hareketliliğini dinlemeye çalışıyoruz. Bize ne anlatmaya çalışıyorlar? Suskun muyuz? Ne kadar hareket içerisinde? Ne üretiyoruz? Ne kadar küçüklükte büyüklükte üretiyoruz? Her bölgeye gittiğimde oradaki vatandaşlar özellikle de tabii depremden etkilenen insanlar" dedi.

"ÇANAKKALE'MİZ DE BUNLARIN HEMEN HEMEN ORTASINDA"
"Hocam depremler bitmedi mi bitmeyecek mi? Hayır bitmeyecek" diyen Prof. Dr. Bekler şunları söyledi: "Ne zaman ki kalp atışınız biter, depremlerde biter gözüyle bakın. Ama bu tür depremler bu fay üzerinde çok uzun sürede meydana gelen depremler. Ayvacık depreminden sonra 24 saat içerisinde meydana gelen yüzlerce deprem, çok küçük küçük hareketler yani yerin kalp atışları gibidir. Bazen o kalp atışları belli hastalıkların öncesini bize gösterebiliyor. Ta ki kalp krizi geçirene kadar. 2017’den 2023’e kadar bizim deprem istasyonlarında şu ana kadar 50 bine yakın deprem kaydetmişiz. Az bir rakam değil. Depremin faydası olur mu? Evet depremin faydası da var çok da suçlamamak gerekiyor. Bölge açısından bizim için çok faydalı. Çünkü jeotermal alana sahibiz. Jeotermal turizmi çok açık bir bölge Tuzla bölgesi, Ayvacık bölgesi. Baktığın zaman Güney Marmara Bölgesi. Türkiye'nin birçok yerlerinde nerede fay varsa oradaki yoğun tektonizma diye tabir ettiğimiz yer içerisindeki yapıların fizikokimya yapısına bağlı olarak da bu tür jeotermal sahalar bu faylarla basınç düşmesiyle Beraber ortaya çıkmaya başlıyor. Yani bir bakıma bizim için faydalı. Tabii biz bu kadar depremi dedim ya yani biz bu depremleri topluyoruz, görselliyoruz falan bir sonraki aşamada ne oluyorun karşılıklarından bir tanesi de bu; jeotermal alanların yerini tespit edebiliyoruz.

Çanakkale'yle Çanakkale'nin depremlerinden bahsederken konuyla ilgilenen bazı öğretim üyeleri ya da hocalarımız ya da ilgisini çeken her kimse genelde bir yaklaşımı vardır. Çanakkale ve işte şeytan üçgeni içerisinde bilmem ne. Neye göre konuştuklarıyla pek beni ilgilendiren bir durum değil. Ben sadece elimdeki veriyi gözlemime, değerlendirmelerim üzerinden gidiyorum. Gönen'i koyuyor, Saros'u koyuyor, Edremit'i koyuyor. Çanakkale'miz de bunların hemen hemen ortasında, ortalama 80 ila 90 kilometre uzaklıklarda. Böyle olması bizim için ne anlam taşıyor? Özellikle de inşaat mühendisleri açısından ne anlam taşıyor onlardan da bahsedeceğim. Çanakkale çevresi deprem beklentisi için bazı iyi bazı bazı kötü haberlerimiz var. Kötü haberleri iyileştirmek için bizlerin yapacağı şeyler var ama müdahale edemeyeceğimiz şeyler var. Mesela işte yerimizi yurdumuzu değiştirememek gibi. Ya da Çanakkale'nin konumunu değiştirememek gibi komple ya da morfolojisini topoğrafyasını değiştirememekti. Yüzey şeklini değiştirememek gibi ya da fayların yerini gibi… Çok hareketli bir bölge. Dolayısıyla dönemsellikler içerisinde bu hareketliliğin karşısına zaman zaman bize depremde olarak geri dönüşünü yapacak. Yani bundan etkilenecek, bu kötü haber. Fayların en yoğun ve büyük deprem üreten alanlarına baktığınız zaman Etili Çan, Yenice ve Gönen. Bu da kötü bir haber. Orta büyükleri depremlerin tekrarlama periyotları aşağı yukarı 15 ila 20 yıl. Bu idare eden iyi bir haber sayılır. Ya bu ne demek? Ayvacık'ta belki biz bir 15, 20 sene daha deprem görmeyeceğiz. Her nesil mutlaka depremleri tanıyacak. Depremleri görecek, depremleri yaşayacak. Şehirlerdeki yapı kalitesi her geçen gün artıyor, iyi haber. Kentsel dönüşüm, kentsel dönüşüm diyoruz güzel ama kentsel dönüşümü hatta kırsal dönüşüme çevirmemiz gerektiğine de inananlardan bir tanesiyim. Çünkü nüfusumuzun önemli üretim sahalarının birçok yeri kırsal kesimlerde. Şehir sadece kentsel dönüşüm bu kırsal kesimin üzerinden beslenen yapılardan oluşuyor.”

"DEPREM KONUSUNDA BİLGİMİZ ARTMAYA BAŞLADI"
Bekler, “Gelelim 1953 depremine. Şimdi acaba bölgede bu tür bir depremin ne zaman göreceğiz?” diyerek sunumunu şöyle sürdürdü; “Zaman kısmı soru işareti ama iki yaklaşım var. Bunlardan bir tanesi matematiksel, biraz daha istatistiksel konuya yakın olan arkadaşlarımız ya da dinleyicilerimiz bileceklerdir. Geçmiş dönem depremleri ele alarak gelecekte aynı büyüklükteki bir depremin ne kadar sürede bir kendisini tekrarlayacağından bahsettiğiniz zaman aşağı yukarı 65 yıl ile 250 yıl. Şimdi biz kötümser bakalım 65 yıl olsun. İyimser bakalım 250 yıl. E biz yırttık tamam bizden sonrakiler ne yapacak? Onları yırtmak durumu yok. Yani bu depremle karşılaşacağız. O bakımdan sizlerin alacağı kararlar gelecek nesiller açısından son derece önemli kararlar. Karşılığını yarın öbür gün vermemek adına nesillere bu kenti daha iyi emanet etme açısından zannedersem bizleri çok ama çok önemli işler düşüyor. Deprem konusunda bilgimiz artmaya başladı. 99 depreminden sonra şimdi daha da artmaya başladı. Daha da çok artacak. AFAD bu konuda hakikaten çok önemli bir yol kat etti. Eğitim konusunda danışmanlık konusunda okullara ama bunu biraz daha geliştirmemiz gerekiyor. Bunu her birimde her yönetimde, her toplulukta, mahalle gönüllülerinden tutun da çok daha geniş çaplı grup topluluklarına kadar yapmamız gerekecek. Deprem kültürümüz yok, hızlı unutuyoruz, az uyguluyoruz. Peki ne yapacağız? Jeotermal sahalarda çoklu sürekli gözlemlerin mutlaka yapılması gerekiyor. Bu jeotermalin ortaya çıkarılması için değil. Jeotermal bir bölgedeki deprem hareketliliği için bize en güzel cevabı verebilecek olaylara örnektir. Çünkü çok kolay bir şekilde, özellikle de sığ fayların harekete geçmesine sebep olabilecek. Bazen jeotermalde çok yüksek enjeksiyonlar küçük fayların harekete geçmesine sebep olabiliyor. Bu küçük faylar birbirine çok çok yakınsa, halk arasında tetikleme diye geçen ama bizde gerilme transferi diye tabir ettiğimiz durumlar neticesinde belli büyüklükteki depremlere sebep olabiliyor. O belirli büyüklükte depremler, yapısal hasara sebep olmaz. Ama kırsal alandaki yerlere zarar vermeye başlar. Ayvacık bunun en güzel örneği.

“MUTLAKA BİR ŞEKİLDE YIKILACAĞIZ”
Bakıldığı zaman bölgede 7’nin üzerindeki depremlerin çok da uzak olmadığını görüyorsunuz. Bunları ben özellikle üstüne basa basa basa basa söylüyorum ama lütfen buradan acaba hoca bizi korkutmak için mi söylüyor? Haşa ben de canım, benim de bir ailem var. Ben de Çanakkaleliyim,, Gelibolu'yum. Dolayısıyla buradaki hassasiyeti sizlerden çok daha fazla yaşıyorum, konunun içinde olmam dolayısıyla da. Belli bir depremleri biz matematiksel olarak hesapladığımızda ortalama 6 üzerindeki bir deprem için öngörülen tekrarlama süresi, aynı büyükteki depremin tekrarlama süresi 40-50 sene. 6 ve 6 üzerindeki depremler için. Çok uzak bir şey değil yani 1944 depremine bakıyorsunuz. Üzerinden neredeyse 70 sene geçmiş. Bu ne demek? Buradaki grafiğe göre derseniz hoca o zaman geçtik demektir. Her geçmiş aşılmalarını gösteriyor bize. Açtığınız her şey sizin dayanımınızı biraz daha zayıflatmaya başlıyor. Ben bu hastalığı yenerim diyorsunuz, ilaç almıyorsunuz. Ben bu kuvveti karşı koyarım diyorsunuz, yıkılmıyorsunuz ama mutlaka bir şekilde yıkılacağız.

“GÖKYÜZÜNE BAKIP HAVAYI TAHMİN ETMEYE BENZEMİYOR”
6 Şubat depremine benzer bir depremi görecek miyiz? Şimdi mühendislik yaklaşımıyla baktığınız zaman evet göreceğiz. Neden? Çünkü o depremi oluşturan bir fay var. O fayın bir boyu var, üzerinde çalışılan bilimsel konular var. O bilimsel konulardan bir takım çıkarımlar var. O fayın belirli bir uzunluğu var. Siz o uzunluğa bağlı olarak bir hesap yaptığınızda böyle bir depremin tekrar göreceğiz. Böyle bir depremi görecek miyiz? Hayır görmeyeceğiz. Neden görmeyeceğiz? Bölge o büyük de bir depremi oluşturarak kendince üzerindeki yükleri attı. Ne tarafa doğru attı? Güneybatı doğru attı, yani Ege Bölgesi'ne doğru gönderdi. Yetiyor mu? Yetmiyor. Çünkü karmaşık o kadar sistem karmaşık ki. Yani gökyüzüne bakıp havayı tahmin etmeye benzemiyor. Ya da bir tomografi MR cihazıyla hastanın içerisindeki organların ne kadar sıkıntılı olursa olsun en ufacık bir şeyi kaçırma ihtimaliniz yok. Kaçırma ihtimaliniz yok. Ama yer içerisinde durum öyle değil. Ölçek son derece büyük. Türkiye'deki deprem üreten fayların ortalama derinliği 8 ila 15 kilometre. 8 ila 15 kilometrede olay başlıyor. Bütün kırılmalar bütün yamulmalar, bütün serzenişler orada başlıyor. Bu bakımdan çok bariz, çok kesin söylemlerde bulunmak da yanlış. Hani diyorum ya teşhis konuluyor ama teşhis konurken de bazı artı eksilerden de bahsetmek durumunda kalıyoruz” şeklinde konuştu.

“PEK DE İYİ BİR ZEMİNDE OTURMUYORUZ”
Çanakkale’nin zeminiyle ilgili açıklamalarda bulunan Bekler, “Çanakkale'nin 1950 yıllardan günümüze şehirleşmenin aşağı yukarı nerede yoğunlaştığını görüyoruz. Çanakkale’miz özellikle son yıllarda albenisi artan yapılaşmanın arttığı, benim ilk geldiğim zamanlarda Esenler ve Karacaören ondan sonra Kepez hastane bölgesinde hiçbir şey yokken şimdi neredeyse oranın nüfusu kentin merkezinin nüfusuna yaklaşır hale geldi. Kepez'de işin içine girince. Dolayısıyla her yapı yeni bir nüfus, her yapı kendi içerisinde bu deprem kuvvetlerine karşı acaba ne durumdayızın soru işaretini gündeme getirmeye başlıyor. Yani bir insana eğer baştan o güveni vermediğiniz sürece her zaman güvensizlik devam edecektir. Siz çocuğunuza o güveni vermediğiniz sürece çocuk yarın öbür gün size yalan söyler ya sizin sözlerinizden çıkar ya da kötü olaylar oluşmaya başlar. Ama sağlam güvencesini verdiğiniz bir konu üzerine giderseniz o zaman oluşabilecek zararlar o denli de azalmış olacaktır. Nasıl bir zeminde oturuyoruz? Pek de iyi bir zeminde oturmuyoruz. Daha doğrusu bir zeminde oturuyoruz, ayada oturmuyoruz. Bu iki kavram tamamıyla farklı. Kayada oturmak istiyorsanız Assos’a gidersiniz. Ya da ne bileyim Bayramiç’in yüksek kesimlerine gidersiniz. Ama burası bir zemin. Esenler de bir zemindir. Barbaros da bir zemindir. Kepez bölgesi de bir zemindir. Zaten baktığınız zaman ova olarak geçer. İşte Özbek Ovası, Karacaören Ovası, Çanakkale Ovası, Kepez Ovası yani en verimli toprakların olduğu kesimler şu anda Sakarya'da olduğu gibi, Van'da olduğu gibi, İzmir'de olduğu gibi Gediz'de olduğu gibi… Neden, lojistik olarak şehrin kullanımı daha kolaydır. Her türlü imkana ulaşmanız düz bir alanda çok daha kolay. Dolayısıyla Ova kentler bu bakımdan şehirleşmenin biraz daha avantajlıdır. Neye karşı dezavantajlıdır? Deprem kuvvetlerine karşı dezavantajlıdır. Kocaeli depreminde bunun en güzel örneklerinden bir tanesi.

Şimdi baktığınız zaman ağırlıklı olarak zeminlerimiz başta sıvılaşma olmak üzere depremlerin yatay kuvvetlerine karşı pek de öyle ben dayanabileceğim diyen türden zemin değil. Ama bu demek değildir ki yapı da buna dayanmayacak. Öyle bir durum söz konusu değil. Zaten bununla ilgili inşaat mühendislerimiz buna gereken yanıtı da veriyordur. Bunun birçok örneği var. Geçtiğimiz günlerde öyle bir tartışma vardı. Acaba Hatay bir ova kenti buraya bir havalimanı ya da başka bir durum yapılması ne kadar sakıncalıdır diye. Ona bakarsanız havalimanı yapılıyor Suudi Arabistan'ın özellikle de denize sahil, okyanusa sahil, yerleşim alanı olarak, havalimanı olarak kullanılan birçok yerde denizin doldurulduğunu görüyorsunuz. Çanakkale'mize sahil kesimleri de buna müsaade eder. Ama siz yeter ki mevzuatı uygulayabilecek yetenekte ve donanımda sürdürülebilir hale getirmekteki durumlardan bahsedin. Bunu yaptığınız zaman zaten bu konuşmaların hiçbirini yapmamış olmamız gerekiyor. Şöyle yanlış bir durum da var. Genelde bu Çanakkale'de ikamet edenlerin en çok sorduğu sorulardan bir tanesi. Hocam siz böyle söylüyorsunuz ama nereden alalım. Yani onu söyleyecek durumda değilim. Ben sadece bir radyoloğum. Yani bir jeofizik mühendisi olarak size yer içinin davranış şeklini söylüyorum. Ondan sonrası yönetmeliklerle inşaat mühendislerinin müteahhitlerin yerel yönetimi, mevzuatları ne gerekiyorsa onlara kalmış bir iştir. Ama mevcut durumda sıfır bir yer olsa burasının hiç yapılaşmanın olmadığı bir yer olsa ben olsam bu ovaya kenti kurmam. Başka şekilde faydalanmak isterim. Bu demek değil ki Esenler bunlara göre çok daha iyi. Hayır, Esenler'in de kendine has başka sıkıntıları var. Esenler mesela yanal yatay, genleşmeye yatay deprem kuvvetlerine karşı biraz daha hassas. O bakımdan 2014 Mayıs 6,8 Gökçeada depreminde de bunun etkilerini bariz bir şekilde gördük. Özellikle de makaslamanın getirdiği çok önemli şekildeki etkilerle karşı karşıya kaldık.

2003’de Çanakkale Belediyemizin hakikaten Türkiye'deki örnek olması gereken bir faaliyetiydi. Özellikle de büyükşehir olmayıp da mikro bölgeleme çalışmasını yapan zannedersem birinci şehir. Yani İstanbul, Gaziantep, Bursa, Ankara, İzmir, Adana'da yaptı zannedersem. Mikro bölgeleme, hakikaten birçok disiplinin bir araya getirerek o şehrin resmini çekiyorsunuz. O şehrin geleceğine imza atıyorsunuz. O şehrin bir sonraki adımını oluşturuyorsunuz. Böyle bir çalışma yapmıştık. Bildiğim kadarıyla mevcut imar konularında da revizyona da getirdi bizim bu çalışmamızdan sonra. Oldukça da iyi bir çalışma olduğunu diye düşünüyorum. Resmi çektik. Yani neyle karşı karşıya kaldığımızın altlığı da ne var bunu ortaya koymaya çalıştık. Örneğin sıvılaşma, yani bir deprem anında yapının oturduğu zemin üzerinde riskli olup olmadığından ziyade yapı nasıl bir etkiyle karşı karşıya kalacak? Bazen depreme bile gerek kalmayabilir. Zeminin kendi iç dinamik hareketleri neticesinde dahi yapıda oturmalar görmeye başlarsınız. Oturmaları da bir tarafa bırakın, depremi de bir tarafa bırakın. Bu sefer yapının kendi taşıyıcı unsurlarında belli bir süre sonra korozyonla karşı karşıya kalırsınız. Eğer gerekli tedbirleri almadığınız sürece o binanın ömründen çalmaya başlarız artık” dedi.

Gülçin AKIN

Editör: Boğaz Gazetesi